Göçmen

akdenizde bir balıktım bir zamanlar,
denizin kumu yastığım.
yanımda asi, durmaz terse akar,
sırtımda medeniyetlerin evi, mezopotamya.

birgün yürüdüm gittim batık kente, egeye.
yeni yetme bir evlat, okulumuz hayat.
sanki hep ordaydim, hep kalacaktim,
egenin denizi ve yeşili.

bir baktım bozkırdayım, soğuk ve sert,
bense hala denizin tuzu üzerimde,
görevim dik durmak,
yanımda birkaç dost.

iki kıtanın arasına geldim sonra,
dünya halkları buluşmuş burada,
herşey yakın, herşey uzak,
herkes yanında, kimse yanında değil.

bir balık yada bir insan,
ne farkeder gelip geçici hepsi,
izimi süremeyecekse sonradan gelen
ve bir oltaya takılıp gideceksem.

Vaka analizi nedir?

"Case study" kavramını bir yerlerden duymuşumdur; ancak bu kavram karşıma "Vaka analizi" olarak çıkınca ve bu analizi yapmam istenince tam olarak ne yapmam gerektiğini kestiremedim. Aslında o an bunu "case study"'e karşılık geldiğini bile anlayamadım. Anlasam farkedermiydi, hayır.

Burada kendi adıma iki sorun var: Birincisi neden "case study" nedir biliyorken, "vaka analizi" deyince anlayamadım? İkincisi benim eğitimim boyunca "vaka analizi" olarak nitelenen bu çalışma biçimi üzerine neden
hiç çalışmadık?

Farklı bir çalışma şekli olan vaka analizini doğru yapabilmek için belli bir yöntemi izlemek, incelenen olay üzerinde yorum ve tartışma yaparken şu başlıklara yanıt aramak gerekiyor:

  • Sorun nedir?
  • Sorunu etkileyen faktörler neler?
  • Çözüm yaklaşımı nedir?
  • Alternatif çözümler neler olabilir?Hangi çözüm, niçin?
  • Sonuç

Konu ile ilgili olarak şu bağlantıyı da okuyabilirsiniz.

IBM'in Tahammülsüzlüğü

IBM'de başlayan sendikalaşma mücadelesinde ön saflarda olan iki çalışanı işten çıkarıldı. Bununla ilgili duyuru:

"Sevgili dostlar,

IBM sendika temsilcileri bizler "Nedim Akay" ve Elvan Demircioğlu" Pazartesi ve Salı günü sırayla işten çıkarıldık.

Çıkarılma ile ilgili sizlere hem Elvan ve hem de kendi adıma söyleyeceğim tek şey; "BİZLER DOĞRU ŞEYLER YAPIYORMUŞUZ".

Davamıza olan inacımız pekiştiren bu işten çıkarılma için sizlerden beklediğimiz destek; Örgütlenmemizin tüm Bilişim sektörüne genişlemesine yardımcı olmanız, mail gruplarınıza, facebook gruplarınıza BİLİŞİM SEKTÖRÜNDE ÖRGÜTLENME VAR mesajını göndermeniz, EMO toplantılarını ve planladığımız panellerin geniş kitlelere duyurulmasına yardımcı olmanız.

Ve elbette izleyici olmaktan katılımcı olmaya geçmeye gönüllü olmanız.


Sevgi ve saygılarımla,
Nedim Akay
Eski:) Bilişim Çalışanı"

Yazılım Patentlerine Hayır!

Avrupa Birliği kapsamında getirilmeye çalışılan yazılım patent yasası, Amerika'daki kötü örneklerde olduğu sorunlar yaratabilir, yaratacaktır. Bunu önlemek için Avrupa Birliği ve üyelerindeki yasa koyucuların dikkatini çekmek üzere “Stop Software Patents” isminde bir web sitesi destekçilerin imzasını topluyor. Sitenin hedefi kaygılı Avrupalıların, kurumların ve şirketlerin sesini birleştirmek ve Avrupa'daki politikacıların yasamadaki düzenlemelerle yazılım patentlerini durdurmaları yönünde çağrı yapmak olarak açıklanmış.
Sitede patent sisteminin bazı kesimlerin ekonomik yararını sağlamaya yönelik olarak rekabeti önleyen ve yenilikçiliğe katkıda bulunmayan bir şekilde kötüye kullanıldığı açıklandıktan sonra yazılım pazar ortamının yazılım patentleri olmadan çok daha iyi olacağı vurgulanmış. Sağlıklı rekabetin ayrıca pazardaki oyuncuları yenilikçiliğe zorlayacağı belirtilmiş.
Avrupa mahkemesinin kararları hala demokratik kontrolden uzak ulusal patent ofisleri ve Avrupa Patent Ofisi (EPO) tarafından verilen yazılım patentlerinin doğruluğunu kabul etmektedir. Bu ofisler bu patentleri vermeye devam ettikleri gibi, onlara yönelik kulis çalışmaları da yapmaktadır. Şu anki patent sisteminin içinde bulunduğu derin krize rağmen, kolay verme politikalarıyla Avrupa iş faaliyetlerini riske atamıyor ve reform yapamıyorlar.
2005 yılında komisyon, Avrupa'nın küçük ve büyük ölçekli şirketleri - Avrupa'daki yenilikçiliğin ana gücü - yerine büyük uluslararası tekellerin çıkarlarını destekler olmuştur. Avrupa Parlamentosu yazılım patenti yönergesini sonunda red etmiştir, ancak yasal girişimler ve düzenlemeler için hakkı yoktur.
Sitede ayrıca çok sayıda bilimsel ve ekonomik çalışma yazılım patentlerinin olmamasını doğruladığı söylenmektedir. Yazılım yazarlarının telif hakkı yasalarıyla hali hazırda korunduğu, bu şekilde diğer geliştiricilerin aynı alanda sağlıklı bir rekabet altında yenilikçi bir şekilde geliştirme yapmalarının sağlandığı, ancak bu korumanın yazılım patentleriyle zayıflatıldığı ifade edilmiştir. Herhangi bir ihlalin farkında olmadan yazılım patentlerini çiğnemenin oldukça kolay olduğu günümüzde, yazılım şirketleri yenilikçilik için patent sistemini kullanmaz ve ihtiyaç duymazlar. Üstüne üstlük “şüpheli” bir şekilde verilmiş olan patent sahiplerinden korunmaları gerekir. Yazılım patentleri yasal amaçlarından sapmaktadır. Yazılım üzerindeki patentler yenilikçiliğin zarar gördüğü davaların açılmasına neden olmakta, demokratik doğrulama düzenekleri bozguna uğramaktadır. Yazılım üreticileri araştırma ve geliştirmeye ayıracakları emek ve zamanı; bürokrasi, davalar, ve yazılım hakkında verilmiş şüpheli iddiaları atlatmaya harcamaktadır. Yazılım patenti sahipleri, bazıları yazılım bile üretmeyen kişiler, pazar üzerinde adil olmayan bir kontrol için yöntemler sağlamaya çalışmaktadırlar. ABD'de yazılım patentlerine dayanarak açılmış olan milyarlarca dolarlık davalar var, ve bu davalar sadece yazılım şirketleri arasında değil ayrıca diğer şirketlere yönelik olarak da sadece web sitesine sahip oldukları için (bu Avrupa'da da olmaya başlamıştır) açılmıştır. Avrupa'da bu hatadan kaçınmak gerekir.
Özetle bu dilekçe bağlamında yasa koyuculardan beklentiler şu şekildedir:
-herhangi bir yazılım patentini yoksaymak için gereken bağımsız ve sürekli patent yasası için gereken ulusal yasal düzenlemeleri gerçekleştirmek
-programlama aygıtları üzerinde çalışan yazılımlar tarafından ihlal edilebilecek patentler üzerindeki tüm verilmiş hakları geçersiz kılmak
-bu kuralların Avrupa düzeyinde, Avrupa Patent Konvansiyonuda dahil olmak üzere, yayılmasına yönelik çaba göstermeleri
Dilekçenin Adresi: http://stopsoftwarepatents.eu/

Kaynak : http://www.bilisim.emo.org.tr/

Tellico: Kolleksiyon Yönetimi Aracı

Bilgisayarımda Ubuntu'yu tek başına kullanmaya başladığımdan beri; bir çok sorunla karşılaşsam da(lafı gelmişken bu sorunlarının çoğunu çözmeme yardımcı olan Emre'ye teşekkürler :) ) neden GNU-Linux'a geçiş için bu kadar geç kaldığıma hayıflanır oldum. Çünkü daha önce Windows'ta bulamadığım veya crack, seri numarası ve benzer bir çok şeyle uğraştığım yazılımları özgür yazılım felsefesiyle daha kolay buluyor ve kullanabiliyorum.

Bunlardan biri de: Tellico. Kullanımı rahat ve gereksinimleri karşılayacak bir kütüphane programı yıllarca bulunacak veya kodlanacak listemdeydi. Paket yöneticisinde kısa bir aramadan sonra bulduğum Tellico'yu hemen yükleyebildim.

Bu sadece bir kitaplık programı değil; video, müzik, pul, bozuk para, kart, şarap koleksiyonlarının da oluşturulabildiği hatta kendi özel koleksiyonlarınızı yapabileceğiniz bir program.

Yeni girdi yaratın(Ctrl+N) diyerek seçilen kolleksiyon türüne özgü bilgi alanlarını doldurarak kayıt ekleyebiliyoruz.

Güzel bir tarafı Koleksiyon menüsünden koleksiyon alanları(Ctrl+U) kısmına giderek bu alanları düzenleyebilmek ve gerekirse yeni bir alan girmek. Bu alanların tipini; metin, paragraf, sayı, URL veya tablo olarak belirtebiliyor ve bu alanları gruplandırabiliyoruz.

Menünün altında sağ taraftaki kısım ile var olan kayıtlar arasında alan veya metin bazında filtreleme de yapabiliyoruz.


Çok hoşuma giden bir özellik de internet üzerinden veri kaynaklarına bağlanarak internet araması(Ctrl+M) ile arama yapmak ve bulunan girdiyi koleksiyonumuza ekleyebilmemiz. Ayarlar menüsü Tellico'yu yapılandır biriminden yeni veri kaynaklarını ekleyebilmeye de olanak sağlıyor. Örneğin imdb.com'a bağlanarak aradığımız bir filmi bulabiliyor ve koleksiyonumuza ekleyebiliriz.(Bakın; aşağıdaki resim)



Bütün bunlar özelliklerin bir kısmı; geniş bilgi için: Tellico Rehberi(İngilizce)



Monochrome

Yann Tiersen'den Monochrome gelsin.

Bilimin Efendisi

Geçmişten günümüze; insanlık için yapılanlarla, bilim aracılığıyla insanlık için yapılabilecekler arasında uzaklık çok daha genişlemiştir. Bilim artık bilim adamı için de umut verici ve yararlı birşey olmaktan çok giderek daha yararsız ve yıkıcı olarak görülmektedir.

Bilimin karmaşık hale gelmesiyle birlikte maliyeti o kadar yükselmiştir ki, ancak hükümetler yada tekellerin desteğiyle ilerleyebilmektedir; ki bu destek çoğunlukla askeri amaçların gerçekleştirilmesi amacıyla verilmektedir. Bilimi bağımlı hale getiren bu koşullar, parayı ödeyenin amaçları doğrultusunda bilim üretimini zorunlu kılıyor. Hedef askeri bilim olunca, gizlilik ilk şart oluyor.

Özgür araştırma, özgür yayın gibi eski kavramlar yok olurken; üretilen bilim, parayı verenin istediği yönde değilse, araştırma fonlarından da mahrum bırakılıyorsunuz. Akademik çevrelerde ilerleyebilmenin ön koşullarından biri de, istenilen bu hedeflerin peşinde koşmak; hiç bir şekilde durumu eleştirmemekten geçiyor. Bilimsel araştırma ve akademik görevler için neredeyse bağlılık yeminleri etmek ve politik sınamalardan geçmek zorunda kalıyoruz. Ancak bu yapıyı kabul edenler "saygın" birer bilim adamı olabilir ve yüksek görevlere getirilirler. Bugün bilim, akademik çevreler içinde hapsolmuş; ancak pratikte kar sağladığı yada öldürücü silahlar üretebildiği sürece varolmasına izin verilen bir olgu haline gelmiştir[4].

Özgür yazılım kavramının "solcu" görünmesinin nedeni de bununla ilişkili olabilir. Özgürlük, paylaşmak ve ilerlemek; bu kavramlar anlam olarak iyi şeyleri akla getirse de bugünkü pratikte, açık açık söylenmese de, çoğunlukla kötü ve tehlikeli çağrışımlar olarak görülüyorlar.

Oysa bilimin efendisi olacak toplum, önce bilime ve bilim ile uğraşana saygı duymalı, bilim adamına öncelik vermeli sonra bilimi hayatının parçası olarak görmeli.
"Kendilerini bilimsel çalışmalara adayabilecek kadar şanslı olanların bilgilerini insanlığın hizmetine sunmada kimseden geri kalmamaları, en önde gelmeleri gerekir." (Paul Lafargue)

Son 25 yılın uluslararası bilimsel dökümüne göre Türkiye dünya bilimine yüzde 1'lik bir katkı bile yapamamış[5]. Biz yeteri kadar çalışmıyor muyuz, yoksa çalışıyoruz da boş işlere mi çalışıyoruz. Yanlış, boş hedefler mi koyuyoruz, yada hiç hedef bile koyamıyor muyuz? Etkililik ve etkinlik; her ikisinde de sorunlarımız olduğu görülüyor. Konuyla ilgili olarak "Öğretim Üyesi ya da Bilim İnsanı Kimdir?" başlıklı yazıyı okumanızı tavsiye ederim.

Bugün bilim teknolojiye indirgenmiş bir haldedir. Öyleyse “bilim”, veya var olan alt yapı mekanizması için neredeyse eş anlamlı olarak kullanabileceğimiz “teknoloji” nedir sorusu tekrar cevaplanmalıdır. Teknoloji bilimin yeni teknikler araştıran ve var olan teknikleri inceleyen koludur. Teknoloji emeğin üretkenliğini arttırır ve gelişen teknoloji, bir işin, işçi tarafından daha az emek gücü sarf edilerek yapılmasına olanak verir. Problem bilimin neredeyse tek bir koluna yani teknik-bilime indirgenmiş olmasındadır.

Görülüyor ki bugün bilimin efendisi, sistemin gerektirdiği gibi sermaye ve sermayeye sahip olanlardır. O halde biz ne yapabiliriz?

Bilimin gelişmesinde iki önemli etken var: İlk olarak bilim, insanların en temel gereksinimleri olan yiyecek, giyecek ve barınma ' yı sağlayacak üretim ve ulaştırma araçlarını sağlayacak; ikinci olarak da bilim, paranın ve tekellerin gösterdiği hedeflerden kurtularak günlük yaşamın bir parçası, halkın uğraşı haline gelecektir[4].

Sistem kapitalizm de olsa, başlangıç "Üretim" den geçiyor. Verimli üretim ise bilimin yol göstermesiyle sağlanabilir. Üretimi az olan ülkemizde, yaşam dışa bağımlı, yani dışarda üretileni tüketmek üzerine kurulu hale geldi. İthalat'ın artışı da bundan, üretmeden tüketmekten kaynaklanıyor.

Kayda değer bir üretimi olmayan birey ve toplum, varolan düzen içerisinde ancak figuran olabiliyor. Başrol oyuncuları ise, sistemin çalışmasını sağlayan çarklar. Burada üç seçenek çıkıyor karşımıza: Ya sağlam bir çomak olup gireceksin çarkların arasına ve kırılmayacaksın; ya sistemin en iyi oyuncularından biri olarak kritik bir çark olup, senin gibi olan diğer çarklarla beraber çalışarak sistemi sen isteyince bozacaksın, ya da yeni düzen için çarklardan birinin kırılıp bozulmasını bekleyeceksin.

Sadece düşünmek ve konuşmakla bir çomak olup da birşeyleri düzeltmek şimdiye kadar pek mümkün olmamış. Ki yıllar öncesinden şöyle özetlenmiş bu durum: "Filozoflar dünyayı değişik şekillerde yorumlamakla kaldılar oysa önemli olan dünyayı değiştirmekti. (K.Marx)"

Birey için esas olan üreten bir çark olmak; bir başka deyişle sistemin en iyi oyuncularından biri olmaktan geçiyor. Sonra çarkların birlikteliği önem kazanıyor. Bunun için de herşeyden önce yapılmış olanların nasıl ve neden yapıldığını incelemek yoluyla varolan sistemi çok iyi anlamak gerekiyor.

Burada Diyalektiğin yasaları tam olarak anlam bulur: “niceliğin niteliğe dönüşümü","Yadsımanın Yadsınması" ve "zıtların iç içe geçmesi" yasaları varolan sistemi anlarken yol gösterici olabilir:

“Yadsıma” sadece bir şeyin yok olması, başka bir şeye dönüşerek ölmesi anlamına gelir. Örneğin insanlık tarihinin ilk dönemlerinde sınıflı toplumun gelişmesi, daha önceki sınıfsız toplumun yadsınmasını temsil ediyordu. Yadsımanın yadsınması yasası yalnızca bir sistemin doğarken başka bir sistemi yok olmaya ittiğini söyler.

“Zıtların iç içe geçmesi” yasası, değişim süreçlerinin çelişkiler sayesinde, tüm doğal ve toplumsal süreçlerin içinde gömülü olan farklı unsurlar arasındaki çatışmalar sayesinde ortaya çıktığını söyler.

“Niceliğin niteliğe dönüşümü" Bir şeyin yapısı değişmediği zaman, nicel bir değişiklik vardır (su örneğinde ısının bir derece değişmesi, bir yapı değişmesi olmadığı gibi). Ama şey, yapısını değiştirirse, yani şey başka bir şey olursa, buradaki değişme nitel değişikliktir. Öyleyse görüyoruz ki, şeylerin evrimi sonsuzcasına nicel olamaz; şeyler dönüşürken, sonunda, nitel bir değişikliğe uğrarlar: Nicelik, nitelik haline dönüşür.[1]"

O halde şimdi yapmamız gereken üretimin şeklini ve amacını belirlemek, sonra beraber çalışıp, üretmek:

"İnsanlar, her biri bilinçli olarak istedikleri kendi amaçlarını izleyerek, bu tarih nasıl bir biçim alırsa alsın, kendi tarihlerini yaparlar, ve işte bu başka başka doğrultularda etki yapan sayısız iradenin ve bunların dış dünya üzerindeki çeşitli yankılarının bileşkesi, tarihi oluşturur. Öyleyse burada da önemli olan sayısız bireyin ne istediğidir. İrade, tutku ile ya da düşünme ile belirlenir. Ama, kendileri de doğrudan tutkuyu ya da düşünmeyi belirleyen araçlar çok değişik niteliktedir. … Öte yandan, … etkin insanların beyinlerinde hangi tarihsel nedenlerin bu güdülere dönüştüğünü kendi kendine sorabilir insan.(F. Engels)"[1]

Engels, toprağın verimliliğinin düşmesi teorisine karşı çıkıyor; "Toprağın büyüklüğü sınırlıdır, bu doğru. Ancak bilimin ilerlemesi sınırsızdır ve hiç değilse nufüs artışı kadar hızlıdır. Tarımın ilerlemesi kimyaya çok şey borçludur.
Bilim kendisini en az nüfus kadar çoğaltır: Nüfus en son kuşağın sayısına oranla artar; bilim ise en son kuşak taafındankendisine miras olarak bırakılan toplam bilgi miktarına oranla ilerler ve dolayısıyla en olağan koşullarda geometrik dizi içinde gelişir - öyleyse nedir bilim için olanaksız olan?"


Birkaç söz:

Thomas Edison:
"Deha yüzde 1 esinlenme, yüzde 99 ise terlemeden ibarettir".

Goethe:
"Kişinin bilmediği ya da hiçbir şekilde fikrinin olmadığı düşünceler gece kafasının labirentlerinde dolaşır."

Poincare:
"Mantığımızla kanıtlar, içgüdülerimizle yaratırız." Geometri ya da herhangi bir başka bilim için salt mantıktan daha fazla şeyler de gerekir. İçgüdü dışında da bunu tanımlayabilecek başka bir sözcük yok".

Plato:
“İhtiyaç, buluşun anasıdır.”


Kaynaklar:

[1]http://www.anlikhaber.net/site
[2]http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=22669
[3]http://www.tubav.org.tr/dergi.php(Ortaş, İ. (2004). Öğretim üyesi ya da bilim insanı kimdir?. PiVOLKA, 3(12), 11-16.)
[4]Marksizm Ve Bilim ( J. D. Bernal )
[5]http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=7917417

Yeşil Elektronik

Fazlamesai kaynaklı habere dayanarak, teknoloji firmalarının yeşillik düzeyini gösteren greenpeace sitesine şu bağlantıdan erişebilirsiniz. Listede çevre kriterleri açısından en iyi firmanın Nokia olduğu göze çarpıyor. En kötü firmaların ise Nintendo ve Microsoft olduğu. Site ingilizce, listedeki firmalar hakkında ayrıntılı bilgiye de ulaşabilirsiniz.

Akademi ve Ö/AKK Yazılım

Uzun zamandır diğer işlerimden fırsat bulup doğru dürüst bir yazı yazamadığımın farkındayım. EMO İzmir şubesinin yayın komisyonuna girdiğimden beri en azından iki ayda bir bültene yazı yazmaya çalışıyorum. Bunun üstüne Elektrik Mühendisliği dergisi benden önümüzdeki dergi sayısı için bir yazı istedi. Oraya dört sayfalık bir yazı yazdım. Ayrıca üzerinde çalıştığım başka yazılar da var. Yarıladığım ama tamamlamak için zaman ayıramadığım bir çeviri işim var. Doktora sürecim tez aşamasına girdi, tez konumu önerdim ve kabul edildi. Şimdi Aralık ayında ilk tez izlemem olacak. O zamana kadar hazırlık yapmam gerekiyor. Algoritma teorisine yakın konularla uğraşmaya başladığım için programlama veya yazılım konusunda yeni yazılar da yazamıyorum. Özetle inanılmaz yoğunluktan dolayı ve kafamı toplayamadığım için günlüğü ihmal ettim gibi gözükebilir. Bunun üstüne sanırım bağışıklık sistemimin dağılmasından dolayı iki haftada bir nezle, grip, soğuk algınlığı, faranjit türü bir hastalığın pençesine düştüğümü de belirtmeliyim. Yani sizin anlayacağınız ne sağlığım yolunda gidiyor, ne de planlayabildiğim bir zamanım kalıyor :) Arada kişisel olarak kendime ayırdığım zamanda bile internet üzerinde takip ettiğim günlükleri, biriktirdiğim okunacak yazı ve kitapları okumaya çalışıyorum. Bu kadar yakınma yeter. Uzun zamandır yapmadığım bir şekilde kendimden bahsetmiş oldum.

Bugün aslında başlıktan da anlayabileceğiniz gibi akademik ortamlarda, üniversitelerde özgür ve açık kaynak kodlu yazılım kullanımından bahsedecektim. Bahsedeyim.

Akademi dediğimiz ve bilim ürettiğini varsaydığımız kuruluşların bu ürettikleri bilginin-deneyin tekrar üretilebilirliğinden (deneylerin tekrarlanabilirliği önemli bir kriterdir) sorumludur. Bu bağlamda kapalı veya sahipli, oldukça maliyetli bir yazılım kullanmaları aslında o yazılıma erişimi bir şekilde olmayan kişilerin, akademik kurumların deneyi tekrar edebilmesini zora sokmaktadır. Bunu çözmenin bir yöntemi Ö/AKK kullanmaktır. Ö/AKK kullanımının bir diğer avantajı öğrencilerin, araştırmacıların kaynak koduna erişebilmesi dolayısıyla çalışmasını daha iyi kavrayabilmesinde yatıyor. Bilgisayar bilimlerinde okuyan bir öğrenciye işletim sistemi çekirdeğini anlattıktan sonra açık kaynak bir çekirdek üzerinde tekniklerin nasıl uygulandığını göstermeniz oldukça yararlı olacaktır.

Ö/AKK bir de alternatifler anlamına gelir. Her türlü yazılım, program için bir alternatifiniz vardır. Ama sahipli yazılımlarda o sahipli yazılım sizi belli başlı platformlara zorlayabilmektedir, alternatiflerinizi elinizden almaktadır.

Bu nedenlerden dolayı benim naçizane görüşüm akademilerde, üniversitelerde, enstitülerde Ö/AKK kullanılmalıdır. Tıpkı eğitimin tüm aşamasını karşılayan eğitim kurumlarının hepsinde de kullanılması gerektiği gibi.

Not: İki kişinin kodveus günlüğünü izlemesini farketmemle blogger tarafından takip edilen (izlenen) bloglar şeklinde bir uygulama başlattığını gördüm. Profil sayfamdan takip ettiğim günlükleri görebilirsiniz.